Aşk bir harekettir, zamanı hızlandıran, renklendirendir. Vazgeçilmezliği kadar zulmü de bilinir. Ferhat dağları deler, Mecnun çöllere düşer, Yusuf kuyuda inler, Kerem yanar kül olur… Ne tahtlar çökmüş ne saraylar göçmüştür aşk yüzünden. Aşk insana uzun ve çetrefilli yollardan gelir. Apansız dalar içeri. Dağıtır, devirir, yaralar, değiştirir… Zaman, kural tanımaz, öğüt almaz. “Akıldan nasıl çıkılır dışarıya / aşkla canım, aşkla” dizelerimdeki gibi aklın sınırlarını aşar. Yunus Emre’nin “Ne akilim ne divane / gel gör beni aşk neyledi” dediği bu olsa gerek.Aşk yüzyıllardır şiirin ana temalarından biri olmuştur. Aşkı döndüren çark şiirdir ya da şiiri yürüten aşk… Kuşun kanat çırpmadığı, dalın oynamadığı, denizin kımıldamadığı şiirlerde aşkın eksikliğini görürüz. HALK VE DİVAN ŞİİRİNİN ÖZNESİ “Ben aşk derdiyle hoşem el çek ilacımdan tabib kılma derman kim helakim zehri dermanındadır” diyen Fuzuli gibi birçok şair aşkın zehrinden, cefasından hoşnuttur. Şair Fitnat Hanım’ın “Elbette yapacağı bir iş vardır âşığaFitnat yârin vefâsı yoksa da cefâsı var” dediği gibi. Duramadım dayanılmaz isteklerebütün bağlardan kurtulup bir an gözlerinin büyüsüne geldim ellerinin ateşine Yak beni” diyen Türkân İldeniz de yıllar sonra aynı şeyi söyler. Yüzyıllar geçse de aşkın en önemli özelliği yakması, âşıka zulmetmesidir. Gerek halk gerekse divan şiirinin özünde aşk, şiirin öznesi konumundadır. Şair onu karşısına alır, sevgiliyle konuşur gibi konuşur, kızar, kıskanır, merak eder, özler… Aşk duygusuyla dil birleşir. Divan şiirindeki aşk, çoğunlukla belli kalıplarla ifade edilmeye çalışıl.